Sükûnet, incelikler ve tevarüs etmeyen asalet

Başta sükunet konuya dahil değildi. Birden belki de bu konular hakkında konuşmaya haddim olmadığını düşünmeye başlayınca, sırada gelenin sükunet olduğunu farkettim.

Sessizliğim uzun süredir insanların dikkatini çekiyor, bu yeni değil. Terapistimse, hiddetli ve/veya şiddetli olup olmadığımı merak ediyor. Bazen terapideki ilişkinin mahremiyetini hatırlatıyor. Bunu zihinsel süreçlerimi kafesleyip farklı kaynaklarla beslenmekten alıkoyma girişimi olarak algılıyorum. Sakince uzaklaşıyorum.

En iyi bildiğim işlerden biri sakince uzaklaşmak. Bunu yapamadığım istisnai hallerse kangrene dönüşüp acı veriyor nihayetinde. Doğrusu ben de istemezdim yok sayarcasına uzaklaşmayı. Keşke biraz daha açık olsaydı kulaklarınız.

İşte kulakları biraz daha açık olup, incelikli sesleri duyabilenler tevarüs etmemiş bir asalet sahibidirler. Bu farklı hassasiyet, miras yoluyla edinilmeyen ve fakat nasıl edinildiğini de bilmediğim bir haslet. Bununla bittiğini sanıyorsanız yanıldınız bayım. Meselenin mihenk taşı aynı perdeden mukabele edebilecek cesaret ve zarafete sahip olmakta. Evet, aynı anda cesur ve zarif olmaktan bahsediyorum.

Henüz çözemediğim ve aklımı kurcalayan bir konu var: Yeterince ince[likli] olmadığı halde öyle olduğuna ölesiye iman eden bir muhatap karşısında ne yapmalı? Üstelik ve dahi böyle düşündüğüm için kendimi kınamadan edemiyorum. Hangi cür'etle böyle bir muameletin çetelesini tutup, hesabını yapabiliyorum ki? Bu haldeki incelikli davranış ancak ve ancak sükunet içinde karşılamak olmaz mıydı a canım? İyi ama bu ölesiye kendine mian karşısında hiç mi bir şey yapılmayacak? Otur kıçının üstüne, ne halin varsa gör mü olacak tavır?

Belki de diyorum; sessizce uzaklaşma süreci tam bu noktada devreye giriyor ve her şeyi gürültüsüzce yoluna koyuyordur. Tam bu arada eksik bir şey mi var?

[müzik girer
— yani okuyucu tıkayıp fizy'den dinler: ezginin günlüğü - eksik bir şey mi var]

İncelikler mühim. Bazen sancılara, bazen de sanrılara yol açsa da. Henüz kainatın kitabını yazan ellerde kalem değilsem de işlenebilir bir kereste olduğum için müteşekkirim özüme can veren toprağa. Göğe uzanan dalların ucundaki filizler için olduğu kadar, sancı ve sanrılar için de teşekkür ederim. Bundan sonrasını sana bırakıyorum. Zaten bir ağaç ne kadar titrese de nasıl kaçabilir ki baltadan, beyhude çabalar ormanında.