Bilmediklerim
Bir kaç gün ve gecedir farklı terkipler ile aklımda dönüp duruyor:
Bilmediklerim öyle çok ki. | Bildiklerim o kadar az ki.
Bazen, Uçsuz bucaksız uzay boşluğunun en karanlık köşesinde, boşlukta salındığımı hayal ediyorum: Hiç bir şeyin, zamanının bile olmadığı o boşlukta; üstünde durabileceğim bir kenarı elli santim kadar olan bir yer karosu olabilirse eğer, işte o karo bilebildiğimi sandığım şeylerdir.
Peki o karo hiç oldu mu? Hiç bu kadar sağlam bir zemine ayak basabilir mi insan? Bilmiyorum. Yine de, bana nerelisin deseler; olup olmadığına emin olamadığım o karoyu anlatırım onlara.
(Müzik: Waiting for the miracle - L. Cohen)
Kendisini kendi yaratmışcasına özgüvenle uzaklara bakanlara ve anlattıkları/inandıkları şey tamı tamına doğruymuşcasına bahsedenlere karşı şüpheciyim. İnsan nasıl bu kadar kesin olabilir ki?
Çok da uzun olmayan yaşantım bana bildiğimi sandığım gerçeklerin tümünün göreceli ve değişken olduğunu öğretti -ki bu bile değişebilir ve kıyametin kopmasıyla her şey tam bir kesinliğe kavuşabilir.
(Müzik: When your mind's made up - Glen Hansard)
Uzayın kendimi bile göremeyeceğim kadar karanlık bir köşesinde, varlığından emin olamadığım bir karonun üzerinde öylece dururken; ciddiye alabileceklerim ancak bildiklerim, deneyimlediklerim ve sonucunda hissettiklerim, sezgilerim ve kendim olabilirim.
İşte sarmal bu noktada başlıyor: Emin olmadığım bir zemini, ciddiye alınacaklar arasında sıralayarak inşa etmeye başlıyorum kendi gerçekliğimi. Böylece gerçeği bilmek için totemlere ve topaçlara ihtiyaç duyma süreci de başlıyor.