Gerçeklik

Aklımda yazacak bir çok konular vardı ki araya biz ölümlüler için en mutlak gerçek araya giriverdi: Ölüm.

Bir gece tam da arabaların balkabağına döndüğü saatte telefonum çaldı. Daha çalarken, bu saatte telefonlar ancak acı acı çalar diye düşündüm. Karşıdaki ses liseden ortak arkadaşımızın vefatını haber verdi. Yatakhane savaşlarının amansız neferlerinden biri kansere yenik düşmüştü. Dün öğle saatlerinde sakince defnettik.

Ölüm ve ertesinde cenaze merasimi bir çok düşüncenin serbest bir şekilde dolaşımına imkan veriyor. Mevzu bahis kişinin artık olmadığı, telefonun öbür ucunda bir yerlerde olmayacağı düşüncesi ilginç değil mi? Çok sık görüşmezdik evet ama orada bir yerlerdeydi işte. Bu noktadan sonraysa yok.

Her nasılsa bu çok acı vermiyor. Yaşıtım kuzenim vefat etmişti, en çok üzüldüğüm şey doya doya yaşayamamış olmasıydı. Kaybetmiş olmaktan ötürü tabii ki üzülüyorum ama kocaman, iflah olmaz acılar taşımıyorum.

İşte bu bana garip geliyor. Duygusuz muyum? Ya da sevgisiz? Sanıyorum değilim.

Düşününce, pragmatik bir çözümleme içinde buluyorum kendimi: Ortada değiştiremediğin bir durum varsa, bunu kabul et ve devam et. Park et-devam et gibi yani. Başka ne yapabilirsin? Acıyı ve kederi mütemadiyen içinde taşımak müteveffanın daha iyi hissetmesini sağlar mı? Her nerde bulunuyorsa, orada daha mutlu olmasını sağlar mı? Kendimi mezarın içine koyuyorum; insanların toprak atarlarken ve sonra bir çınar yahut servi ekerken hayırla, güzellikle yâd etsinler isterim.

Yazıp-düşünürken bir çok sahneler geçiyor gözümün önünden; tüm sevdiklerimi topluca defnederken buluyorum kendimi. Gözümün pınarları hareketlenecek gibi oluyor, metîn olun diyorum. Kendimi koyuyorum yine, güle güle desinler isterim sanki.

Böyle kendimin ölüme hazırlıklı olduğunu düşünürken, bedenimi yokladığımda can çekişirken çırpınacağını bilmek çok insanî geliyor. İnsanın dünyadaki durumunu ve duruşunu çok iyi anlatan bir çelişki. İki ayrı ve zıt şeyin aynı anda bir yerde bulunması hali. Tam bir bıçak sırtı. Ölümse, bu iki ayrı zıt halin, insanı insan yapan bıçağın iki yüzündeki farklılıkların cem olması, insanın tamamlanması ve 'olması'.

O halde öyle çok mutlu oluyorum ki, gidenin tamamlanmış olup, Tüme varıyor olması içime öyle garip lezzetler bahşediyor ki; meraklanıyorum ve kendim için de istiyorum. Benzer bir çelişki burada da var. Onun gelmesini beklemelisin, eğer koşup gidersen olmuyor.

Bunlar olup biterken, merhum defnedilirken mezarın başında ince ince, vakarla ağlayan eşi geliyor gözümün önüne. Metaneti kaybetmiyor ama yaşlar durmaksızın akıyor. Bu öyle tatlı ki. Hayır vahşice keyif alıyor değilim. Aşıkın maşukuna bakarken bakışlarından akan sevda gibiydi.

Yine de kapakları kapatıp, toprağı atarken bu kadar aceleci olmasını anlamıyorum insanların. Çabucak üstünü örtüp, orada bırakıp gitmek mi istiyorlar? Ya da kaçırdığım bir şey mi var? Biraz daha sakince, olgunlukla yapılsa olmaz mı? İçime dokundu biraz.

Evet, hayatın mutlak gerçekliği hakkında dağınık düşüncelerimin hülasası böyle. Zaten insan hiç deneyimlemediği bambaşka bir varoluş hakkında nasıl derli-toplu şeyler anlatabilir ki?

1 Lakırdı:

desin ergu dedi ki...

ölüme yaklaşımın enes, hem insanı sakinleştirip güven veriyor, hem de korkutup soğutuyor. bıçak sırtı yani :)

iki sorum var, müsaadenle buradan paylaşayım:

1. kaybın/kaybedilen şeyin nereye gittiğini bilmek bir fark yaratır mı acaba? gidenin öteki dünyaya yolculuğa çıktığını ve nihayet "tam" olduğunu bilmek karşısında, senin olduğun gibi metin kalabilir insan. ama bu dünyada, bu hayatta, mesela bir 'anahtar' kaybedilmiş olsa, bu durum karşısında da ölüm karşısında olduğu kadar metin ve sakin olabilir mi kişi? hayatta değer verilen şeyler, bazen insanlardan çok, hayatımızı kolaylaştıran bazı nesneler midir yoksa?

2. ölüme gönderdiğimiz, çok sevgili bir kişi ise eğer, halen metin olabilir miyiz? sevdiklerinin ölümünü düşününce hafifçe dolan gözlerin, senin için çok sevgili o bir kişi her kimse, onun ölümü karşısında takınacağın tavrın kesin göstergesi midir? mevlana, şems'in nereye gittiğini çok iyi bilmesine rağmen, kocaman, iflah olmaz acılar yaşamaktan kendini alıkoyabildi de, biz mi bilmiyoruz acaba? ölüm karşısındaki sakinlik, kaybedilen kişinin içimizdeki değeri ve kapladığı yerle, onunla hayatımızın ne kadarını paylaştığımızla çok ilgilidir kanımca.