Sanat Kimin İçin?
Selamlaşmak ameliyesinin terkedildiği bir yerde, verilen selama daha coşkulu bir karşılık almaktan daha âlâ ne olabilir? Desin Hanımefendi selamıma harika bir reverans ile mukabele ederken eteklerinden dökülen çengellerin soru işaretleri olduğunu farkettim. Elbette her biri bir başka düşünce yumağına takılmayacak da başka ne olacak?
yazı bizim için bir ayna mıdır? yahut da şöyle sorayım: yazı bizim aynamız mıdır? aynı gibi görünen, ama aslen ayrı olan bu sorulardan muradım şudur: yazdıklarımız bizi tanımlar ve belirtir mi? kendimiz, yazdıklarımızın içinde yer alabilir miyiz? kendimizi yazdıklarımızda tam olarak yansıtabilmek mümkün müdür?
Yazı nedir diye düşünürken aklım sıçradı. Fotoğraf ve resim, ebru ve hat gibi başka sanat dallarında 'insanın içi'nden çıkanlar şöyle bir gözümün önünden geçti. Edvard Munch Beyefendi'nin Çığlık'ı ile Tutunamayanlar'ın Selim Işık yan yana gelince, aslında çok da farklı değiller dedim içimden...
Meselenin özü 'insanın içi'ndekileri bir şekilde aksettirmesiyse, pek çok mecrayı ayna olarak kullanabilir adem evladı. Kah bir tuval, kah bir teksir kağıdı yahut karanlık odada ilaca yatırılan negatif varoluşa aynalık edebilir.
Ve fakat, zannederim ki bu mecralar aynalık keyfiyetince pek de muvafık değildirler. Eksik yahut yanıltıcıdırlar. Bulundukları açı itibariyle bakan gözleri başka, öznenin kendisiniyse daha başka bir hâle sokmaya muktedirler. Bunu tecrübe etmek için düz, iç bükey, dış bükey ve polarize bir takım aynalar edinmek kâfidir.
Peyki bu yanılma payı nerden geliyor? Şu vakte kadar tespit edebildiğim kadarıyla diller arası çevirilerdeki zayiat benzeri bir şekilde haller arası çevrimlerde de büyük bir kayıp mevzu bahis. Daha fenası; diller arası zayiatlar bir zamandır dikkate alınıyorsa da haller arası dönüşüm meseleleri henüz gözlerden ırak.
Bunu böylece ifade ettikten sonra yazı bahsine dönmek isterim. Zira kendi içimdekileri aksettirebileceğim tek mecra şimdilik yazıdır. Farkettiğime göre, resim yahut müziğe pek kabiliyetim yoktur. Varsa da bunları farkedip tıkaçlarını çıkaracak göz ve öz sahiplerine muhtacım efendim. Belki de erken yaşta dillenip konuşmaya başlamam, akranlarım konuşmazken cümle kuruşlarım hep bu söze yatkınlığın neticesidir. Hayır canım, yazıcılar aleminde bir ziya gibi parlıyorum diyecek değilim. Diğerleri arasında buna yatkınlığım olduğunu anlatıyorum epi-topu.
Başkalarının içinin ne kadar "doğru", ne kadar "tam" yansıdığını bilemeyeceğimden ancak kendimden yola çıkarak bir takım çıkarımlar yapabilirim: yazı ya da sanat, insan için net bir ayna değildir kanaatindeyim. Evet, eserlerimiz bizi "eser" miktarda tanımlar ve belirtir fakat tam bir bütünlük içinde olması kâbil görünmüyor şahsımca.
Edebiyat tarihinin şaheserlerinden, modern zamanların duvar resmi olmaya aday grafitilere dek tümü biraz eksiktir. Tıpkı "insan tarafından icra edilen şeyin eksik" olması gibi. Bu yüzden hiç bir sanatçının ardından "kendini çok iyi anlattı da öyle göçtü" denemiyor da sağlığında kıymetinin bilinmediğinden dem vuruluyor. Halbuki dem bu demdir efendiler, diyesim gelir her seferinde.
Bu eksiklik hep vardı ve medeniyet ne derece inkişaf ederse etsin olmaya devam edecek. Öyleyse, nasılsa eksik kalacak diyip vazgeçmek beyhude olur. Alabildiğince zatî unumuzdan katıp, özümüzün lezzetini içermesini umduğumuz kurabiyeleri fırına vermeliyiz. Ancak bu şekilde mevcudiyetimiz başkalarının ağzında dağıldığında yüzlerinde oluşan ifadeyi görebilir, heder alabiliriz. Evet işte, eserlerimizin aynalığındaki dolaylılık ve bozuluş bu denlidir. Ama ve lakin başka da çare yoktur!
Şu halde toparlayacak olursak; sanat kendini görmek isteyen içindir. Hatta ve dahi, kendinin içindeki kendine bilinmek isteyen sanatın yaratıcısı öz içindir. Peki buna imkan sağlayan bir sanat mevcut mudur? Bunu da bilahare düşünelim kısmetse.