Dokuma Tezgahı
Bir dokuma tezgahı olarak benlik [algısı] ve zaman: Evvelce 'zaman yoktur' demiştim.
Zaman aslında yok. Tam olarak kavrayamadığımız şeylere nicelik atfetme çabamızın bir sonucu. Herhangi bir referans noktası olmadan kendi varlığını kavrayamayan benliğimizin kendisi için oluşturduğu bir mihenk taşı. Güneş sayesinde hayatımızı eşit parçalara bölen bir algı ürünü. Nasıl ki boyumuzu ölçüp kaç santimetre olduğumuzu bilmeden önce de yaşayabiliyorduysak, zamanı tam olarak ölçebilmeden önceden de yaşayabiliyorduk pekâlâ. Üstelik tam olarak ölçebiliyor muyuz bu kısmı da tam bir muamma. Elektriğin bulunmadığı yıllarca güneşin hayatımızda bulunuşuna göre karar vermişiz. Saatleri ayarlama enstitusu bunun için ortaya çıkmış. Bir şekilde sürekli aydınlık veya sürekli karanlık bir dünyada yaşıyor olsaydık, nasıl gelişecekti insan ırkının zaman algısı? Hepimizi delirecek miydik hapishane hücrsinde gecesi gündüzü birbirine giren kader mahkumları gibi? Şu yüzyılda oturup atom saatini yapmamış olsaydık ne olurdu hal-i pür melalimiz?
Zaman, ucunu bucağını bilmediğimiz evrende kısıtlı bulunuş süremizi ölçmek için kullandığımız bir cetvel sadece. Sadece üzerinde yaşadığımız dünyanın bile kaç yaşında olduğunu bilemiyoruz. Kilisenin ortaçağ tarihinde bir kaç yüzyıl çaldığı/eklediği bile tartışılıyor. Böylesi bir belirsizlik düzleminde çevredeki sabit duran nesneleri referans alarak kendimizi tanımlıyoruz. Falan yerde, filan tarihte doğan kişiyim ben, boyum şu kadar, enim bu kadar. Bu musun sahiden? Kendimizi bilmek ve bildirmek için sahiden zamana ihtiyacımız var mı? Ya da zaman sahiden var mı?
O vakit başka bir ülkede yaşar, başka bir isimle anılırdım. Özetle; zaman yoktur, yaşantı vardır. Tiktaklar ve saatler yalnızca titreşimler olduğuna göre, tıpkı ortada hiç bir şey yokken bir cetvelin tümüyle işlevsiz olması gibi yaşayan hiç kimse yoksa, zamanın da kendi başına bir varlığı olmayacaktır.
Kocaman bir boşluğun içinde 127 santimlik başka bir boşluğu ölçmek neye yarar ki? Yaşayan hiç kimsenin olmadığı yerde, zaman neyi ölçecek ki? Burada yaşamı ölümün karşıtı olarak düşünürsek, zaman yalnızca ölümlüler için geçerli bir kavram olur. Bunu sonra tekrar düşüneyim.
O halde yaşayan öznelerin zamanı vardır ve fakat bu zamanı quartz titreşimleriyle ölçmek ne kadar rasyonel onu bilemem.
Yaşayan her bir özne kendi zamanına sahipse, bir ip gibi uzanıp gidiyorsa boşluğun içinde, bir serencam oluşturuyorsa kendi halinde; işte bu iplerin [zamanların] kesişip üst üste binmesinden de bir kumaş çıkar ortaya. Her an dokunmaya devam edilen, her dem yeniden yaratılan.
Hepsini bir araya toplayınca, dünya üzerindeki yaşam faaliyeti, yaşayan benliklerin birbirine geçmesiyle oluşan/dokunan bir kumaştır diyorum. Bu benliklerin seçimleri, sıçramaları; kumaşın balık sırtı gibi desenler almasına, büzgüler oluşmasına sebep olabiliyor yer yer. Üstelik bu, henüz yazılmamış ve yazılmakta olan bir kader algısıyla da örtüşüyor.
Yine de; ben yoksam ve o benlikler hep vehm-ü gümanımsa, bu kumaş gerçekte nasıl bir mahiyettedir ki?
Yoksa Jacob'ın dokuduğu kumaş mı?